Etrafı tarihi surlarla kaplı Diyarbakır’a Urfa istikametinden gidenler Karacadağ’dan geçerler. Karacadağ o yörenin en yüksek yerlerinden biridir. Taşları kapkaradır. Toprağı bile siyaha yakındır.
Bu dağa neden Karacadağ denildiği ve taşlarının renginin kara olduğu sorulduğunda yörede şu efsaneyi anlatırlar:
Diyarbakır Beyi’nin çok güzel bir kızı
varmış. Bey’in kızının güzelliği dillere destan. Bey’in her işi yerli
yerinde, merhameti bol, sevgisi çokmuş. Ancak o yörede bir dağ varmış. O
dağda bir ejderha yaşarmış. Her yıl yüzlerce insanı yermiş ejderha. Bey
ne kadar adam göndermişse de baş edememiş ejderha ile. Başına keselerce
altın koymuş. Nice yiğit düşmüş peşine ejderhanın, ancak kimse ejderha
ile baş edememiş.
Bey’in bir oğlu varmış, yiğit mi yiğit.
En sonunda o düşmüş ejderhanın peşine. Dağa gitmiş, bir daha dönmemiş.
Bir süre sonrada ejderhanın delikanlıyı öldürdüğünü öğrenmişler. Bey
günlerce yas tutmuş. Eh ölenle ölünmezmiş. Bir süre sonra yine şehirdeki
işlerine dönmüş.
Bey’in yanında çalışan bir delikanlı
varmış. Marangozluk işlerini yapan bu delikanlı işinin uzmanı, elleri
hünerli imiş. Her gören onun ellerinin hünerine hayran kalır, yaptıkları
aletleri eşyaları hayranlıkla izlermiş.
Delikanlı günün birinde konakta pencere
yaparken Bey’in kızını görmüş. Kız sanki bir ay parçası. Yüzü hiç hüzün
görmemiş. Yanakları al al, hep gülüyor.
O günden sonra delikanlının gözü Bey’in
kızından başka bir şey görmez olmuş. Ne yana dönmüşse Bey’in kızını
görmüş. Ne iş yapmışsa Bey’in kızının aşkına yapmış. Her geçen gün içine
kapanan biri olmuş delikanlı. Kimse ile görüşmez, kimse ile konuşmaz
olmuş. Öyle ki annesi ile günlerce tek kelime konuşmamış.
Bir akşam annesi oğluna;
“Oğlum ne oldu sana böyle? Sen hep gülerdin, herkesle konuşur şakalaşırdın. Bu halin nedir?” diye sormuş.
“Hiç sorma ana…” demiş delikanlı. “Bana olanlar oldu.”
Annesi çok üsteleyince açıklamış delikanlı derdini.
“Canım oğlum” demiş kadın, “Çok zor bir
dert seçmişsin. Anne olarak başka bir şey desen ne eder ne yapar sana
getirirdim. Ama bu bey kızı. Ne ona ulaşacak kanadım var, ne de kolum o
kadar uzun. Gel bu sevdadan vazgeç.”
“Sen ne diyorsun ana. Bu sevdadan ancak beni ölüm vazgeçirir.” Demiş.
Ana oğul saatlerce konuşmuşlar. Delikanlı anasına o kadar yalvarmış ki… Kadın söyleyecek bir söz bulamamış. Oğluna çok acımış.
“Anlaşıldı oğlum. Yarın ider Bey’den kızını isterim . ama hiç ümidim yok. Bey bize kızını vermez.” Demiş.
Ertesi gün gitmiş Bey’in kapısına. Bey bakmış ki fakir bir kadın. Meramını sormuş. Kadın sözünü dolandırmış, en sonunda;
“Bey kızını oğluma istiyorum.” Demiş. Bey annesinden oğlunu sorunca;
“Sizin marangozunuz.” Demiş. Bey kadını
kırmak istememiş. Dahası marangoz delikanlıyı da çok severmiş. Onu da
küstürmek istememiş.
“Bak ana,” demiş. Bir süre soluklanmış. Birkaç kez ah çekmiş. Başını sallamış üzüntüsünü belli edercesine.
“Benim de bir oğlum vardı. Hem de çok
severdim onu. O benim her şeyimdi. Şehrimizin başına bela olan ejderhayı
öldürmek için bir gün dağa gitti yanına da ata yadigârı olan kılıcı
alıp götürdü. Günler sonra öldüğünü öğrendik. O günden beri yarım
yaşıyorum. Oğlumun acısı hiç dinmedi. Eğer senin oğlun gider o ejderhayı
öldürür ve o kılıcı alıp gelirse; o zaman kızımı ona veririm.” Demiş.
Ana üzüntü içerisinde, eve gelmiş. Oğluna Bey’in dediklerini anlatmış.
“Gel vazgeç bu sevdadan oğlum.” Demiş, içi yanarak.
Delikanlı ejderhayı öldürmek için
hazırlık yapmaya başlamış. Keskin bir kılıç bulmuş, yanına bir gürz
almış. Annesi ile helalleşip düşmüş yollara.
Marangoz delikanlı saatlerce yürümüş.
Hiç mola vermeden. Çünkü bir an önce sevdiği kıza kavuşmak, acısını
dindirmek istiyormuş. Sonunda varmış dağa. Dağdaki ejderhayı aramaya
koyulmuş.
Bir ara, kayaların arasından karşısında
kocaman ejderhayı görmüş. Daha kılıcına davranmadan, ejderha ağzından
ateşler püskürterek delikanlıyı yakmış. Delikanlının kılıcı elinden
düşmüş. Sırtındaki gürzüne eli varamamış. Derin bir “Ahhhh” çekmiş ta
içinden. Bu ah tüm gökleri kaplamış. Öyle yüksek bir ah çekmiş ki
delikanlı, evinde anası duymuş. Anası oğlunun öldüğünü anlamış.
“Allahım,” demiş kadın. Benim oğlumu yakan ejderhayı da yak, karataşlara döndür.
O anda büyük bir patlama olmuş. Ejderha
yanarak parçalanmış. Parçaları dağın her tarafına dağılmış karataş
olarak. Dağ tamamen kararmış. O günden sonra buraya Karacadağ denilmeye
başlanmış…
Alıntıdır
Kaynak:
secmehikayeler.com/konular/anadolu-efsaneleri
Kaynak:
secmehikayeler.com/konular/anadolu-efsaneleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder