24 Mayıs 2016 Salı

EFSANE NEDİR?

Bir doğa olayının bir varlığın meydana gelişinin, doğa elemanlarından birinde olan bir değişikliğin doğa üstü özellikler gösteren kişilerin hayatlarının, halk hafızasında ve hayalinde yaşayan biçimiyle belli bir yere ya da bir olaya bağlanarak olağanüstü olaylarla süslenip anlatıldığı hikayelere efsane denir.


EFSANELERİN GENEL ÖZELLİKLERİ


Efsaneler, dilden dile anlatılagelmiş çok eski hikayelerdir ve anonim halk edebiyatı ürünleridir.



Efsanelerin konuları bir kişiye, bir olaya ya da bir yere dayandırılıp, şahıs, yer ay da olaylar hakkında anlatılırlar.


Efsanelerde anlatılanların bir ölçüde de olsa inandırıcılık özelliği vardır.  



Efsanelerde çoğunlukla olağanüstülük ağır basar.


Efsaneler, belli şekilleri olmayan bir üslup ve biçime bağlı kalmayan, konuşma diliyle anlatılan kısa halk anlatımları olup kaynaklarını genellikle geçmişin derinliklerinden alırlar.


Efsaneler kısa, yalın, ağızdan ağıza yayılan anonim halk anlatımları olup ağızdan ağıza anlatılırken her anlatıcının özelliklerine göre değişikliklere uğrarlar.

Alıntıdır
Kaynak:http://edebiyatkonulari.blogcu.com 


17 Mayıs 2016 Salı

Kızlarhisarı Efsanesi

“Alabanda kralının çok güzel bir kızı vardır. Herkesin gözü bu güzel kızdadır. Alabandalı iki sanatçı kıza talip olurlar ve kraldan isterler. Kral birisine kente su getirmesini, ötekine de senato binasını yapmasını söyler. Ancak ikisinin de aynı anda işe başlamalarını, üstlendikleri işleri önce kim bitirirse kızı ona vereceğini bidirir. 

İki sanatçı büyük aşkları uğrunaher güçlüğe göğüs gererek heyecanla işlerine başlarlar. Suyu getirecek olan o kadar hızlı çalışır ki, işinin bitimine ramak kaladaha ötekinin ki yarıyı bulmamıştır.

 Normal koşullarda kızı alamayacağını anlayan ikincisi kendien göre plan uydurur. Büyük para ver mücevherat vererek aracılar bulur. Aracı büyük bir yalan düzer. Doğruca suyu getirecek olana gider. Seneto binasının çoktan bittiğini, dolayısıyla kızın mimara verildiğini söyler. 

Suyu getirecek olan, büyük şaşkınlık içinde bir an duraklar. Dolu dolu olan gözlerinden sızan yaşlar, yanaklarından aşağıya, titrek dudaklarına iniverir.bir an nerede olduğunu ne yaptığını bilemeyecek hale gelir. Sonra kalkar doğrulur. Etrafına, bir şey ararcasına bakınır. Sonra yerde yatan balyozunu alır, havaya fırlatır. Balyoz daha havada iken altına dikilir. Hızla inmekte olan balyoz adamı paramparça eder. Bir başka söylentiye göre de adam kendi yaptığı İncekemer’den aşağıya atlayarak intihar eder. Böylece rakipsiz kalan mimar kızı alır. O günden beri senato binasına Kızlarhisarı denilmektedir.” 

Alıntıdır
Kaynak:http://www.aydinkulturturizm.gov.tr



 
Şeyh İzzettin İsmail Efsanesi

Şeyh İzzettin İsmail, Hendek İlçesine bağlı Şeyhler Köyü’nde türbesi bulunan ve 1300’lü yıllarda yaşayan bir Anadolu erendir.

 Söylenceye göre; Akyazı tarafından gelen bir Osmanlı Ordusu, Düzce taraflarına sefere giderken Kargalıhanbaba Köyü’nün yakınındaki çimenlikte konaklarlar. O ordunun kumandanı Konuralp’tir. Ordudaki askerlerin yiyecekleri ile atlarında otu tükenir ve askerler arasında da açlık başlar. Konuralp Şeyhler Köyü’nü göstererek “Şu ileride bir Türk köyü olacaktı, o köye git de, bize yiyecek içecek bir şeyler, atlara da ot, arpa hazırlasınlar” diye emir verir.


 Konuralp askere bu görevi verince asker atına binip köye doğru hareket eder. Daha köye gelmeden yolun kıyısında ineklerini otlatan yaşlı bir adamı rastlar. Yaşlı adama, selam verip “Bu yakınlarda bir Tük köyü varmış, o köy nerededir? diye sorar. Yaşlı adam askere, köye ne için gittiğini sorar. Asker de yaşlı adama, kumandanın askerlere yiyecek içecek bir şeylerle, atlara ot ve arpa hazırlamaları, söylemek için onu o köye gönderdiğini söyler. Yaşlı adam, askeri dinler ve kumandanının yanına dönmesini ve istenilenleri kendinin getire ceğini ifade eder.


 Asker, yaşlı adamın bu sözü üzerine kumandanın yanına gider. Yaşlı adam da, askeri kumandanının yanına gönderdikten sonra evine gelir ve hanımına durumu anlatır. Hanımından yiyecek, içecek bir şeyler hazırlamasını ister. Yaşlı adamın hanımı, hemen hazırlıklara başlar; çörek pişirir, pilav yapar, ayran hazırlar, beyine verir. Yaşlı adam, hanımının hazırladıkları ile küçük bir torba arpa da alıp evinden ayrılır ve Kargalıhanbaba Köyü’nün yakınındaki çimenliğe gelir. İlk karşılaştığı askere, kumandanı sorar ve yanına götürmesini ister. Askerler yaşlı adamı alıp kumandanının çadırına götürür.


 Yaşlı adam, kumandan ile yanındakilere selam verip hal hatır sorduktan sonra bohçayı açar; üstüne pilâv, çörek ve ayranı çıkarır. Kumandanla yanındakilere, getirdiklerini yemelerini söyler. Kumandan yaşlı adama, getirdiklerinin az olduğunu ve kimseye yetmeyeceğini söyler. Yaşlı adam ise, kumandana yemeğe başlamalarını ve Allah’ın getirdiklerinin bereketini artıracağını belirtir. Kumandan ile yanındakiler isteksiz olarak bohça üstündeki, pilavla çöreği yemeye, ayranı da içmeye başlarlar. Bohça üstündeki pilavla çörek yenip az bir şey kalır. Yaşlı adam, kumandana, askerlerin yemek için taslarını ve atları içinde yem torbalarını alıp getirmelerini ister. Kumandan, askerlere haber gönderir. Askerler de tasları ile atlarının yem torbalarını alıp kumandanın çadırına gelirler. Askerler kumandanın çadırına gidince yaşlı adam, bohça üstünde kalmış olan az miktardaki pilavdan askerlerin taslarına koyar, ellerine de çörekten küçük parçalar verir, evinden getirdiği arpadan da, birer avuç getirdikleri yem torbalarına koyar. Askerler, yaşlı adamın taslarına koyduğu olduğu pilavdan, ellerine verdiği çörekten yiyip doyarlar. Yem torbalarını da gidip atlarının boyunlarına takıp atlarını da yemlerler ve atlar da arpayı yer doyarlar. Kumandan ile yanındaki diğer kumandanlar kendilerinin, askerlerin atların doyduklarını, gene de bohça üstünde biraz daha pilav, çörek ve ayranın arttığını olduğunu görünce bu olağan üstü olay karşısında şaşırıp kalırlar.

Yaşlı adam, bohça üstünde kalan pilav ile çöreği bohçaya sarar, bohça ile yanındaki arpa torbasını kumandana verir ve bunları da bir dahaki acıktıkları yerde yemelerini, arpa ile de atlarınızı yemlemelerini söyler. Kumandan tereddütsüz yaşlı adamın kendisine verdiklerini alır ve yaşlı adama, teşekkür eder. Kumandan o vakte kadar meydana gelen bu olağan üstü olayın etkisinde kaldığından yaşlı adama, adını ve kim olduğunu da sormaz. Askerleri toplayıp Düzce yönüne gitmek üzere iken yaşlı adama, kim olduğunu sorar. Kumandana adının Şeyh İsmail olduğunu söyler. Kumandan, Şeyh İsmail ile vedalaşır ve askerinin başında Düzce yönüne doğru hareket eder. Kumandan ve askerleri Düzce taraflarına gidip seferini yapar ve sonra Orhan Bey’in yanına dönerler.

Bir zaman sonra Orhan Bey, o kumandanla Düzce tarafına sefere çıkar. Şeyhler Köyü’ne yaklaştıklarında kumandan, Orhan Bey’e, önceki seferlerinde buradan geçerken askerin yiyecek ve içeceği ile atların arpası tükendiğini ve asker arasında açlık başladığını anlatır. 


Ardından bir askerini ilerideki Türk köyüne yiyecek, içecek bir şeylerle, atlar için arpa almaya gönderdiğini söyler. Askerin o köyde rastladığı Şeyh İsmail adında bir zata, sıkıntı içinde olduğumuzu belirtince, Şeyh’inde ailesine pilâv, çörek, ayran hazırlattığını ve atlar için de bir torba arpa alıp yanlarına geldiğini anlatır. Getirdiklerinin onları ve hayvanlarını doyurduğunu, herkesi büyük bir sıkıntıdan kurtardığını söyler. 

Bu sözleri üzerine Orhan Bey, Şeyhi ziyaret etmek ister. Bu konuşmalardan sonra, Orhan Bey ve askerleri Şeyhler Köyü’ne gelirler. Şeyh İsmail ile görüşüp onu ziyaret ederler. Şeyh İsmail, Orhan Bey ve kumandanın askerleri ile kendisini ziyarete gelmelerinden dolayı çok memnun olur. Şeyh İsmail bu sefer de Orhan Bey ile askerlerine de yemek verip ikramda bulunur. Orhan Bey ile kumandanları bu seferki ikramından dolayı da Şeyh İsmail’e teşekkür ederler. 

Onun bu yardım ve iyiliğine karşılık olarak da Çalıca ve Şeyhler köyleri ile dolaylarını bir beratla Şeyh İsmail’e vakf eder. Köyden Orhan Bey zamanından beri de devlet öşür almaz.

Alıntıdır
Kaynak:http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr 



 

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Fethiye Ölüdeniz Belcekız Adı Efsanesi

Fethiye’den Ölüdeniz’e çamlar arasından giden yol 14 km. Yokuşlu inişli yolun sonunda birden müthiş bir mavi çıkıverir karşınıza. Burası Belcekız Koyu’dur. Koyun içinden uzanan kumsalı yürüdüğünüzde ise eşsiz Ölüdeniz’i görürsünüz. Ölüdeniz büyülü gibidir, kıpırtısız durur öylece. Dibinde tek bir yosun bile yoktur, beyaz bir kumla örtülüdür. Suyun ve dibinde kumun kırdığı ışık turkuaz bir renk verir. Ölüdeniz’e çamların gölgesi düşer ve bu etkileyici turkuazı zenginleştirir.

Belcekız adı da bir efsaneye dayanır. Eski çağlarda buralardan geçen gemiler açıkta demirler ve içme suyu almak üzere kıyıya sandalla çıkarlarmış. Bir gün yaşlı bir kaptanın genç, yakışıklı oğlu su almak için koya çıktığında güzel mi güzel Belcekız’ı görür. Görür görmez de vurulur. Kızın yüreğine de ateş düşer. Ama delikanlı suyu alıp dönmek zorundadır. Gemi uzaklaşıp gider. Belcekız hep kıyıyı, sevgilisini kollar. Delikanlı da geminin buralardan her geçişinde su almaya gelir. Böylece görüşür, sevişirler.

Bir gün gemi buralardan geçerken fırtına patlar. Genç, babasına burada korunaklı, havuz gibi bir koy olduğunu söyler. İhtiyar kurt ise oğlunun gönül macerasını bilmektedir. Oğlunun sevgilisini görmek uğruna gemiyi parçalamayı göze aldığını sanır. Dalgalarla birlikte kavga da büyür baba oğul arasında. Gemi tam kayalıklara çarpacakken kaptan bir kürek darbesiyle oğlunu denize atar ve dümene yapışır ki durumu görür. Deniz dönerek çarşaf gibi bir koya girmektedir. Oğlan orada ölür. Kayaların üzerinde sevdiğini bekleyen Belcekız da kendini kayalardan atıp ölür. İşte o gün bu gündür kızın öldüğü yere Belcekız, oğlanın öldüğü yere Ölüdeniz denir. Günün ilerleyişine göre rengi değişip duran deniz belki de bir oğlana bir kıza yanmaktadır.

Ölüdeniz Kumburnu’nda 950 hektarlık alan Kıdrak Tabiat Parkı ilan edilip, koruma altına alınmıştır. Ölüdeniz Lagünü ve Kıdrak Plajını kapsayan bu alan aynı zamanda SIT bölgesi ve özel çevre koruma alanı içinde kalmaktadır. Plajda su sporları işletmesi de var. 


Alıntıdır
Kaynak:http://www.muglakulturturizm.gov.tr

 
Adam Kurutma Kayası Efsanesi

Yörede bir zamanlar cezalandırılmak istenen kişilerin bu kayaya yatırıldığı, adamın çok geçmeden sıcağın etkisiyle saca dönen bu kayalar üzerinde kuruyup kaldığı inanışı yaygındır. 

Buna ilişkin şu efsane anlatılır.Zamanın birinde bu yörede çok acımasız, zalim bir bey yaşarmış. Aklına esti mi insanları köpeklerine paralatıp, diri diri gömen beyin en büyük eğlencelerinden biri de yakaladığı kişileri kızgın saç üzerinde namaza durdurup ayakları yandıkça zıplamalarını izlemekmiş.

 Günlerden bir gün bey amansız bir hastalığa yakalanmış. Ülkesinin tüm hekimleri bir çare bulamamış. Bir gece acılar içinde kıvranırken rüyasında Hızır’ı gürmüş. Hızır: Senin derdinin dermanı Adam Kurutma Kayasındadır. Kayalara varıp üstündekileri çıkar, iki rekat namaz kılıp Tanrı’ya yakar, der. 

Ertesi gün bey kayalara gider, soyunur, kayaların üstüne çıkar. Namaza duracaktır ama, kaya güneşten o kadar kızmıştır ki ayakları yanmaya başlar. Hoplaya zıplaya güçlükle namazı tamamlar. Ellerini dua için açtığında kulağına Hızır’ın sesi gelir. “Ey acımasızların acımasızı. Sen ki zavallı insanlara layık gördüğün azabı kendinde denedin, artık tövbe et, kötülüklerinden arınmak için halkına yardımcı ol ki şifa bulasın”. Bey yaptıklarına tövbe edip bir daha kötülük yapmayacağına ant içer. Bir süre sonra da iyileşir. Yörede bu kayaların kimi hastalıkları iyi ettiği inancı günümüzde de yaygındır. 

Alıntıdır
Kaynak:http://www.karabukkulturturizm.gov.tr



Geyikli Dede Efsanesi

Efsane halk ağzı ile şu şekilde anlatılmaktadır. Çok eski zamanlarda Öğlebeli Köyünde fakir bir çoban vardı. Nereden geldiğini, ne zaman geldiğini kimse bilmezdi. Bir babası , bir anası , birde kocamış karısı vardı. Bu çobana dede derlerdi. Okuması, yazması yoktu, güzel sözleri, esrarlı hali ile kendisini çok sevdirmişti.

 Çoban kurak ve kıraç alanlarda sığırlarını güder, Araç Çayı’nın öte geçesindeki çayırlara geçemediği için canı sıkılırdı. 

Bir gün çayın üstüne köprü yapmayı düşünmüş, ormandan kestiği ağaçları danasının sırtında taşımaya başlamış. Dananın sırtında taşınan ağaçlardan ne olur, Tanrı’ya yalvarmış, Tanrı’da ormandaki geyikleri onun hizmetine vermiş. Gece geyikler ağaçları taşımış gündüz ağaçları birbirine çatarak köprüyü kurarmış.

 Gel zaman git zaman dede birde camii yaptırmak istemiş. Köyün meydanını kazmış. Sabahleyin birde bakmışlar ki her tarafa kum, taş çekilmiş. Köylüler buna inanamamış ve gözetlemeye karar vermişler. Bunu hisseden çoban karısına; köylüler benim işime mani oluyorlar, camiyi yapmak nasip olmayacak. Eğer beni görürlerse beni artık burada arama. Kara danayı ardımca sal, o benim yerimi bulur demiş. 

Gece gözetleyen köylüler taşların geyikler tarafından taşındığını görmüşler. Sırrı aşikar olan ermişler yaşamazlarmış, çoban köylülere; evinizin sayısı 20’yi geçmesin diye beddua etmiş ve ertesi gün evden çıkmış. Karısı iki gün beklemiş gelmeyince kara danayı salıvermiş, oda peşinden yürümeye başlamış. Dana evvela mezarlıkta durmuş, sonra Dede Yaylasına kadar yürümüş., orada bir yerde düşmüş ölmüş. Bu ermiş çobanın yattığı bir türbe olup adı “Bahattin Gazi” türbesidir. 

Alıntıdır
Kaynak:http://www.karabukkulturturizm.gov.tr/


Kızıl Ziyaret Efsanesi

Muş’un güneyindeki Kurtik Dağları üzerinde, eşsiz tabiat güzellikleriyle dolu bir düzlük vardır. Buraya Kızıl Ziyaret Tepesi denir. Tepeye ait efsanenin çeşitli anlatılarının en yaygın olanı şöyledir: Bir zamanlar Kızıl Ziyaret Tepesinde yaşayan fakir bir adamın, güzeller güzeli bir kızı varmış. Periden daha alımlı olan kızın güzelliği dillere destanmış. Kız bir çobana sevdalıymış ve onun yavuklu suymuş. İki sevdalı bir araya geldiklerinde, hep kuracakları yuvayı konuşur, gelecek mutlu günlerin hayaliyle yaşarlarmış.

Yine aynı yörede yaşayan zengin mi zengin bir ağa varmış. Bu ağanın da şımarık mı şımarık bir oğlu varmış. Kızın güzelliği bu ağa oğlunun da kulağına gitmiş. Ağa oğlu, kızı gidip babasından istemiş. Kız, “Ben ağa oğlunun olmam” demiş. Ağa oğlu da, “Ben ki bu yörenin ağasının oğluyum, beni istemeyen kızı zorla da olsa alırım” demiş.

Ağa oğlu, adamlarını alarak kızın yaşadığı Kızıl Ziyaret Tepesi’ne gitmiş. Kız ve çoban yavuklusu, ağa oğlunun zorbaca bu niyetinden habersiz, her zaman olduğu gibi kur

acakları yuvayı konuşuyorlarmış. Ağa oğlu ve adamları, kızla çobanın buluştukları yere gelmişler. Ağa oğlu, daha önce söylediklerini bir kere daha tekrarlamış ve “Güzel kız, ben seni istedim, ama sen bani almadın. Ben de seni zorla alacağım.” demiş. Ağa oğlu ve adamlarının niyetini anlayan kızla yavuklusu, kurtulmak için çareyi kaçmakta bulmuşlar. Onlar kaçmış, ağa oğlu ve adamları kovalamış. Bu kovalamaca, dik bir uçurumun başına kadar sürmüş. Kız çaresizlikten Allah ‘a yalvarmaya başlamış: “Yarabbi, ne olur, beni bu adama yar edeceğine, yer yarılsın da ikimiz de içine girelim.” demiş. Allah kızın duasını kabul etmiş ve kız duasını tamamlar tamamlamaz yer yarılmış ve kızla yavuklusu yarılan yerin içine girmişler. Yerin içine girerken, kızın bir tutam saçı, dışarıda kalmış.

O gün bu gündür, kızın bir tutam saçının dışarıda kaldığı yerde, yemyeşil çimenler çıkar. Kızıl Ziyaret Tepesi’ne, güzeller güzeli kızla, yavuklusu çobanın yerin içine girdiği yere gelenler, bu efsanevi aşıklara dua ederler.

Alıntıdır
Kaynak:http://www.efsaneler.net/kizil-ziyaret-efsanesi-mus/